AMED - Amed'de Eğitim Sen’in düzenlediği Anadil Çalıştayı’nda, Kuzey İrlanda, İskoçya, Kanada ile İspanya Bask Özerk Bölgesi deneyimleri anlatıldı. Anadil Çalıştayı’nda konuşan dil bilimciler ise Kürtçe ve Süryanice için yapılan çalışmaların yetersiz olduğuna işaret etti.
Anadil mücadelesinde dünya deneyimleri tartışıldı
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Amed şubeleri tarafından düzenlenen “Anadilinde eğitimde çözüme doğru; olanaklar, engeller, öneriler” çalıştayı çatışma çözümlerinde dünya deneyimlerinin aktarımlarıyla sürdü.
Duygu Özbay Moderatörlüğü’nde gerçekleştirilen üçüncü oturumda Edinburg Üniversitesi’nde Prof. Dr. Robert Douglas Dunbar “Kuzey İrlanda, İskoçya ve Kanada Deneyimlerini” ve Dr. Paul Bilbao Sarrıa ise “İspanya Bask Özerk Bölgesi Deneyimi”ni aktardı.
‘İRLANDACA KÜLLERİNDEN DOĞDU’
Edinburg Üniversitesi’nde Prof. Dr. Robert Douglas Dunbar, Amed’de olmanın kendisine mutluluk verdiğini söyledi. Sosyal barış için tarihin önemine işaret eden Dunbar, “900 yıl boyunca İrlanda, İngiltere tekelinde yaşadı ve neredeyse bir bütün olarak görülmekteydi. Kral 7. Henry 1542’de tahta geldiğinde İngiltere hükümeti neredeyse tüm topraklara yerleşti, el koydu, tekelleri altına aldı. 1603 yılında ise İskoçya Kralı 1. James bu ele almanın karşısında durdu. Protestanlarında bu konuda desteğini aldı ve 17 ile 18’inci yüzyıllarda o tarihte büyük savaşlar yapıldı. O sırada çoğunlukların Katoliklerden oluştuğunu söyleyebiliriz. İrlanda’da da o sırada büyük savaşlar gerçekleşti. Dini farklılıklarda işin içerisindeydi. İrlandalılar o sırada iki dili birlikte öğrenmek zorundaydılar” diye konuştu.
İrlanda haritasını gösteren Dunbar, İrlandaca dilinin o dönem eğitimde olmadığını, köylülerin adeta tek patatesle yaşadıkları dönemde, sonuç itibariyle “Kıtlık” gibi nedenlerle 1 milyondan fazla ölümün ve Amerika’ya göçün olduğunu söyledi. 1840’lara gelindiğinde nüfusta büyük bir azalma olduğunu ve dilin risk altında olduğunun altını çizen Dunbar, “Büyük kıtlık yani 1840’lardan sonra İrlanda halkı içinde İngiltere’ye karşı büyük bir öfke vardı. 1880’den sonra tekrardan İrlandacayı halk küllerinden doğurmaya başladı. Dilin tekrardan yeşermesi, büyümesi takdire şayan bir şeydi. İngiltere yasalarına karşı durma çalışmaları daha sonra başladı. Bu bağımsızlığa yönelik olarak büyük bir arzuyu oluşturmuştu” dedi.
DİNİ FARKLILIKLAR
Kuzey İrlanda’da halkın büyük çoğunluğunun Protestan olarak büyük hükümet ile işbirliğini bozmak istemediğini belirten Dunbar, bu nüfusun yüzde 40-50 aralığını oluşturduğunu ifade etti. Cumhuriyetçi Katoliklerin ise iskân, istihdam alanında gelişmeye başladığına işaret eden Dunbar, “1969 yılına geri gittiğimizde o tarihlerde mücadele başarıya gidiyordu ama büyük problemler de devam ediyordu. Çok sayıda insan hayatını o süreçte kaybetti. Bu süreç 1,8 milyon ölüme yol açtı” diye konuştu.
‘AİLELER İRLANDACA ÖĞRENİP, ÇOCUKLARINA ÖĞRETTİ’
İrlandaca anadilini istediklerini, televizyonlarda İrlandaca dillerinin kullanılmasını istediklerini belirten Dunbar, Katolik bölgelerinde bunun sağlanmaya başladığını söyledi. 1960’larda bazı sivil hareketlerin başladığını söyleyen Dunbar, “Bazı anne ve babalar kendi dillerini öğrenip, çocuklarına öğretmeye başladılar. Okullara giden, dillerini öğrenip çocuklara öğretenler okullara para da vermeleri gerekiyordu. Bunların mücadelesi sayesinde iyi bir sınıf elde etmeye başladık. 1984’te Kuzey İrlanda bu fonları sağlayarak; ekonomik kolaylık sağladı. 1991’de olan gelişmeler arasında bir ortaokul kuruldu. Bu devam eden Barış Görüşmeleri ile paralel yürümekteydi. Belfast (Hayırlı Cuma) Anlaşması İngiliz ve İrlanda ile imzalandı o sürecin sonunda. (1989) Hükümet ve parlamento kuruldu, İngiltere hükümeti ile birlik isteyen ve ayrılık isteyenlerde vardı. Burada meydana gelen gelişmeler arasındaki bir tanesi İrlandacanın eğitim dili olması talebiydi. Bunun uygulanmasını sağlayan yasaları istiyorduk. Odağında İrlandalı öğretmenlerin olduğu okulları kurma talebimiz oldu. 2001’den sonra okullar inşa edildi ve bunlar sağlandı. İrlandaca anadilinde büyük oranda gelişmeler bundan sonra oldu. Binlerce öğrenci artık İrlandaca dilinde eğitimler almaya başladı. Ortaokullarda ise İrlandaca dersler verilmeye başlandı. Bu eğitim sistemi içinde İngilizce ve İrlandaca eğitim veren farklı okullar vardı. Kısa sürede bu rakamlar hızlıca artmaya başladı” diye konuştu.
GALLER DENEYİMLERİ
Galler’le ilgili de kısaca konuşan Dunbar, benzer durumların orada da yaşandığını söyledi. Gallerce’nin kendisinin de aynı kökenden geldiğini ifade eden Dunbar, Galler İrlanda’ya göre İngiltere’ye daha yakın olmasına rağmen dini farklılıkların olduğunu söyledi. Dunbar, “İngiltere bu sebeple Galler diline çok heves etmemesine rağmen sonuç İrlanda’nın ki kadar büyük değildi” diye konuştu.
1988’de gerçekleştirilen ve 2013’te Gallerce’nin tam öğrenilmesi yasasının Meclis’ten geçtiğini belirten Dunbar, pilot bölgelerde verimli sonuçların elde edildiğini ifade etti. Bazı İngilizce konuşan kesimlerde itirazların olduğunu ancak küçük boyutta kaldığını hatırlatan Dunbar, “Büyük ölçüde Gallerce eğitimini çocuklara bu tarihten sonra vermeye başladık” dedi.
ÇOK BEDEL VERİLDİ
Kürtçe ile ilgili de konuşan Dunbar, 5 yıl sonra bu sunumları Kürtçe yapmayı umduğunu söyledi. İskoçyaca’daki Gallerce dilini konuştuğunu belirten Dunbar, “Bahsettiğim anadil ile ilgili anlatacağım çok şey var. Bununla ilgili mücadele Ortaçağ dönemine dayanmaktadır. Bazı aileler, kabile ve klanların mücadeleleri bu konuda oldu. Çok bedeller de verildi. İskoçya’da evrensel bir eğitim sistemi başladığında İrlanda modeli örnek alındı. 1901 yılında İskoçya nüfusunun yüzde 4,5’i bu eğitime sahipti. Gallerce’nin konuşulduğu yerlerde politikada değişiklikler meydana geldi. Eğitim de yaygın hale geldi. 2016 Eğitim Yasası’na göre sadece Gallercenin eğitim dilinde kullanılmasını isteyen okulların açılması istendi. Bu rakamlarda hızlı artış oldu ve 7 okul Gallerce eğitim verdi” diyerek konuştu.
Kanada’daki Fransız bölgelerine İngiltere’nin 1860-70’li yıllarda büyük baskı kurduğunu belirten Dunbar, “Amerikan bağımsızlık savaşından sonra Amerika’daki azınlıklar kendi bağımsızlıkları için mücadele vermeye başladılar. Kanada’da o sırada bir tane İngiliz kolonisi vardı. Parlamento da Fransızca konuşanlar için yapılması gerekenler konuşuldu. Şuanda bu konuda 10 tane şehir var ve 3 bölgeye ayrılmaktadır. Fransızca konuşanlar bu bölgelerden birinde. Dil haklarının sahip olunması, bağımsızlık gibi talepler vardı. Dil haklarının artık konuşmaya başladığını görüyoruz” dedi.
‘DİL GÜÇTÜR’
Ardından Dr. Paul Bilbao Sarrıa da Bask’ta kendi bölgelerine Euskal adını kendi anadilinde mücadele verdiklerini söyleyen Sarrıa, “Bu dil Avrupa Dil ailesinden gelmemektedir. Onlardan önce gelmiştir ve diğer dillerle bir alakası yoktur” dedi. Euskal bölgesini haritadan gösteren Sarrıa, “Şunu söylemek istiyorum; 19’ncu yüzyılda yüzde 50’den fazlası Baskca konuşurken 2020’de bu oran daha düşmüştür” diye konuştu. Bask dilinin resmi olduğu yerleri haritadan gösteren Sarrıa, dillerin çatışması ile ilgili konuştu. Bir devletin varlığının dili ile mümkün olduğunu söyleyen Sarrıa, “Çünkü dil güçtür. Bu yüzden devlet hangi dilin olacağına karar verir. Çünkü dil ekonomik versiyon demektir. Azınlık hakları ve dil çeşitliliği arasındaki bağ çok açıktır. Çatışmaların yüzde 70’inin etnik kökenli olduğunu görmekteyiz. Çok azı uluslararası çatışmalardır. Bask-Katalan, Güney Afrika, Srilanka, Türkiye- Kürtler’de olduğu gibi. Bu çatışma her zaman dil çatışmasıdır” dedi.
‘DİL KENDİLİĞİNDEN KAYBOLMAZ’
Dilin kendiliğinden kaybolmayacağını söyleyen Sarrıa, ancak deprem gibi olayların olması ve herkesin ölmesi ya da öldürülmesi halinde yok olacağını ifade etti. Sarrıa, “Dil ekonomik, sosyal güç, sosyal kontrol demektir. Biz bazen bunu unutuyoruz. Dille ilgili çatışmadan bahsediyoruz. Savaşın olmaması barış demek değildir. Barış insanların birlikte yaşamı demektir. Saygı olmazsa barıştan bahsedemeyiz. Dil ve toplumun saygınlığı göz önüne alınmalı. Çatışma kaynağına baktığımızda bizler barışı nasıl sağlamlaştıracağımızı konuşmamız gerekiyor. Bir Bask çatışmasından söz ettiğimizde bu insanlara karşı çatışmadır. Kendilerini, birlikteliklerini sağlama çatışmasıdır. Gerçek barış bu insanların dilsel anlamda tanınması demektir. İnsan haklarından söz ettiğimizde bizler normlar, tüm insanların saygınlığını koruyan haklardan bahsediyoruz” diye belirtti.
‘KONUŞMAYANLAR BİLE ÖĞRENMELİDİR’
Dil haklarının oluşmasına ilişkin örnekler sıralayan Sarrıa, “Bu nedenle barış ve dil benim için çok önemlidir. Dil sadece savaş demek değildir, barıştır” dedi. Sarrıa, Devletin bir dili öldürmenin yolu olarak, “Dilin yasaklanması, eğitimden mahrum kalması, dili sosyal değersizleştirme ve dil haklarının tanınmaması” gibi maddeleri uyguladığını söyledi. Dili canlandırmak için ise konuşmacılar, kullanıcı alanı oluşturma, dil araçları, sosyal kurumlar ve alanlar yaratmak gerektiğini söyleyen Sarrıa, bunun Bask’lılar da olduğu gibi Kürtler içinde geçerli olduğunu ifade etti.
Kürtçenin azınlık dili olmadığını, azınlıklaştırma dili olduğunu söyleyen Sarrıa, “Dili konuşmayanlar bile bu dili öğrenmelidir” diyerek, Bask dil mücadelesi örneklerini slaytta gösterdi.
Çalıştay verilen aranın ardından son oturumla sürecek.
Kürtçe ve Süryanicenin durumu tartışıldı: Çalışmalar yetersiz
AMED - Anadil çalıştayında konuşan dil bilimciler, Kürtçe ve Süryanice için yapılan çalışmaların yetersiz olduğuna işaret etti.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Amed Şubeleri'nin "Anadilinde eğitimde çözüme doğru; olanaklar, engeller, öneriler" çalıştayının bugünkü oturumları sona erdi. Dördüncü oturumun moderatörlüğünü Stran Jiyan yaparken, dil bilimciler Sami Tan ve Malmisanij “Bölgede konuşulan lehçelerin reel durumu ve gelişim politikaları” başlığıyla birer sunum yaptı.
STATÜ VE DİL İLİŞKİSİ
Malmisanij, Kürtçenin Kirmançkî lehçesine yeteri kadar önemin verilmediğini söyledi. Kirmançkî kanalların olmamasını eleştiren Malmisanij, "Kuzeydeki Kürtlerin çoğu Türkleşmiş ve Türkçe konuşuyor” dedi. Bu duruma karşı çalışmaların yapılması gerektiğini belirten Malmisanij, "Son 40 yılda belediyeler, dernekler, vakıflar bazen güzel şeyler yapıyor. Kürtçe olan kreşler, kitaplar, dergiler var. Bugün Zazakî dergisi az. Zarok TV var. Farklı çalışmalar mevcuttur" diye kaydetti.
Malmisanij, “Dilbilimcilere göre bu dilin yüzde 90’ını ortadan kalkacak. Dilin prestiji önemlidir. Dilin prestiji de statüye bağlıdır. Statü ne kadar artarsa bu dil için o kadar önemlidir” diye konuştu.
'SOKAK SOKAK ÇALIŞMA YAPILAMALI'
Dilbilimci Sami Tan, Kürtçenin haritalandırılması çalışmasının yapılması gerektiğini söyledi. Kürtçenin her zaman canlı tutulması gerektiğini ifade eden Tan, "Dilimizin milyonlarca ya da trilyonlarca kelimesi olsun; konuşulmadıktan sonra o kadar önemli değil. Dilin günlük yaşamda kendini ortaya çıkarması lazım” dedi.
Kürtlerin dilin korunması noktasında güçlü bir irade ortaya koyması gerektiğini vurgulayan Tan, nesilden nesile aktarımın zayıf olduğuna işaret eti. Konuşma dilinin de yazı dili kadar gelişmesi gerektiğini ifade eden Tan, Kürtçe konuşmanın önemine vurgu yaptı.
Dil çalışmalarının sadece salonlarda olmaması gerektiğini belirten Tan, bunun için mahalle mahalle, sokak sokak çalışmanın yapılması gerektiğini vurguladı.
OKUL BAŞVURUSUNA DÖNÜŞ YAPILMADI
Süryani Dernekleri Federasyonu (SÜDEF) Başkanı Evgil Türker, “Süryanicenin reel durumu ve gelişim politikaları” konusunda konuştu. Türker, “Süryanice Ortadoğu’nun en kadim dillerinden biridir” dedi. Ortadoğu’nun en gelişmiş ticaret ve diplomasi dilinin zamanında Süryanice olduğunu söyleyen Türker, 2013-2014’de Süryanice okulun açılması için başvuruda bulunduklarını fakat yanıt alamadıklarını dile getirdi.
Türkiye’deki yazılı kanunların uygulanmadığını söyleyen Türker, “Vakıflarımız arasında Midyat’ta nasıl bir okul yapabiliriz diye tartışıyoruz. Diasporadaki kurumlar bütçe sağlansa belki bu yapılabilir" dedi.
Kuzey ve Doğu Suriye'de Süryani okullarının olduğuna dikkati çeken Türker, "Süryani okullarında Arapça ve Kürtçe eğitim de veriliyor. Güney Kürdistan’da da okullarda çocuklar eğitimlerini öğrenebiliyorlar. İran anayasasında da Süryanice okutuluyor. Süryanicenin engellenmesi, insanlara anadilinde eğitimin verilmesi insan hakları bağlamında suçtur ve bu bir kültürel soykırımdır. Bunların düzeltilmesi için yeni kanunlar lazımdır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana Türk kimliğini üst kimlik olarak tanımlanırken, diğer dillerin eritilmesi hedeflenmiştir. Resmi ve inkarcı anlayış halklara dayatılmıştır.”
Çalıştayın ilk günü soru-cevap bölümüyle son buldu.