Şeyh Sait Yüzyılı ve Demokratik Toplum Çağrısı
Amed’de, yüz yılın tanığı Şeyh Said Meydanı önceki gün yeni bir tarihi gelişmeye daha tanıklık etti. Barış ve Demokratik Toplum çağrısı son elli yıllık mücadelenin yeni bir aşamaya geldiğini belirten çağrının tanıklığı idi bu. Bu çağrı, Kürdistan’dan Türkiye ve Ortadoğu’ya yayılan bir dalgalanma yarattı. Şeyh Said Meydanındaki o yüreği yaralı insaları duygulandılar, dugulandık, bir düşünce aldı herkesi ilk önce. Konuşmak istemediler bir süre.
Sadeco o meydandakiler mi… Wan’dan Kamışlo’ya, Mahabbat’tan, Silêmaniye’ye Kürdistan meydanlarından dünyanın her tarafındaki meydanlara… Evlerde, işyerlerinde, partilerde, kahvehanelerde, derneklerde ve topum Merkezlerinde toplanan kalabalıklar bir şey konuşmadı. Büyük bir olgunlukla, tarih bilinci içinde acılarını anımsayarak sustular. Bu aslında derin kaygıların bir görüntüsü olan susukunluğu psikolojik olgu olarak veya kolluk kuvvetlerinin o her zamanki sömürgeci soğuk ve itici davranışına bağlamak da yeterli değilidir. Bu susukunluğun tarihsel ve derin anlamı vardır.
Son yüz yıl içinde kendilerine çektirilen acılar bir bir canlandı zihinlerinde:
Tarihe bakarak bugünü anlamaya, çözmeye çalıştılar.
20 Yüzyıl kanlı başlamıştı bu topraklarda. Irkçı ve Türkçü bir iktidar kuran Kemalistlerin Dünya hakimi devletlerin desteği ile kurdukları devlet, en büyük hedef olarak Kürtleri yok etme, kimliğini ve kişliğini silme hedefini önüne koymuştu. İçinden geldiği İttihat Terakki’den geri kalmayan Mustafa Kemal Osmanlının egemenliği altında kalan son sömürge Kürdistan’ı Milli Misaki sınırları içinde gördü. Bu politikanın hedefinde Doğu Kurdistan hariç, Koçgiri-Dersim’den, Süleymaniye’ye; Ağrı-Erzurum’dan Kobanê-Afrin’e kadar Kürdistan’ın tamamı vardı.
Ancak, Dünya savaşı galibi İngilizler Başur’u, Fransılar da Rojavayı, yeni kurulan Kemalist Cumhuriyet’e bırakmak istemezler. Dört parçaya bölünen Kürdistan’ı elinde bulunduran devletler, kendi ulusal yapısı içinde Kürt halkını yok etme sürecine soktular.
Bu tarihin her döneminde Kürtler, bu politikalara karşı direniş ile karşılık vermeleri yüz yıl boyunca sürdü. Şeyh Sait hareketi, kimliğini ve ülkesini savunma isteği ve hareketliliği olarak Orta Kuzey Kurdistan’da belirdi. Bu direniş merkezleri, 15 yıllık bir sürece yayılarak Ankara hükümetleri tarafından izlenen katliam politikaları sonucu 20 yüzyılın son çeyreğine kadar farklı yoğunlukta devam edip durdu.
İşte, önceki gün yapılan, “Barış ve Demokratik Toplum” çağrı ve ve açıklamaları, bu tarihi arka planın bilincinde olan Kürdistanî topluluklar, yüreği yaslı insanlar tarafından bu sebeple kaygılı ve düşünceli karşılandı. Bunun derinlerde yatan nedeni “Bextê Romê Tûne ye” özlü sözünde ifadesini bulan, Batı’dan gelen işgal ve istila politikarında yatmakta idi. Çünkü çağrı sadece Kürt halkına ve onların evlalarına değil, bizzat kanlı bir yüz yılın sorumlularına, sömürgeci merkezlere de çağrı yapıyordu. O merkezlerin “Bêbextliği” Bizans’ta başlamış, Osmanlı ile devam etmişti. Kemalist tekçi devleti ile de 20. yüzyıla taşınmşıtı.
Son yarım asırda, 20. yüzyılın 29. direnişi diye Kuzey Kürdistan tarihine damgasını vuran PKK hareketi, Kürt halkının yeniden kendine, kendi siyasetine dönmesini sağladı. Bu siyasi hareket, 70’li yılların ortalarında ortaya çıktı. 20 yüzyılın, ulus-devlet milliyetçiliği ve soğuk savaş koşullarında ortaya çıktı, gelişti ve büyüdü. O büyüdükçe Kürdistani halklar uyandı, halk kendini ve tarihini tanıdıkça daha fazla bu siyasete destek, kan ve can verdi.
Şeyh Sait Meydanı işte bu gelişmeye tanıklık etti.
Bu elli yıl içinde herne kadar savaş ve şiddet öne çıksa da siyasi ve demokratik çözüm her zaman güdemin baş kısmında yer aldı. Daha 1988 yılında M. Ali Birand’a verilen röportajda Kürt halkının barış ve demokrasi içinde çözim talebi dile getirilmişti.
Bu istek, hareketin en güçlü olduğu dönemde tekrar dile geldi. 1993 yılında, Özal döneminde dört ay sürecek ateşkes ilan edildi. Fakat o dönem Ankara hükümeti, bizzat Gn. Kurmay Bşk.’ı Doğan Güreş’in deyimi ile “İngiltere’den yeşil ışık alarak” büyük bir bastırma girişimi başlatıldı. Faili belli cinayetler başladı. Dört bin köy boşaltıldı.
Kürt siyasi hareketinin bu şiddetten arındırılmış çözüm isteği, Hareket lideri Sn. Öcalan’ın Uluslarası egemen güçlerce Türkiye’ye teslim edilmesi ardından da sürdü. 1999 yılında dağ ve Avrupa’dan birer grubunun barış elçisi olarak gelmesi, 2007 Oslo Görüşmeleri, 2009 yılında Barış elçisi grupların tekrar gelişi ve en sonunda da 2013 Newroz bildirisinin okunması ile başlayan Çözüm Süreçleri birbirini izleyen süreçler olarak Kürt siyasi hareketi tarafından hep gündemleştirildi.
Ama tüm bu girişimler Ankara hükümetleri tarafından bölge ve uluslararası güçlerle işbirliği içinde birer oyalama, zaman kazanma ve saldırıya geçmek için kendini teçhiz etme zamanları olmuştu.
Kürt halkı bu elli yılllık mücadele içinde ve etkisi ile çok değişti. Sadece bir parçada değil tüm parçalardaki Kürt halkı ve onunla birlikte farklı etnik ve inanç grubu halklar ve dünyaya yayılan Kürtler değişmişti.
Dünya koşulları da çok değişti. Soğuk savaş dönemi sona ermiş, emekçi halkların karşı karşıya olduğu sorunlar ve çözüm yol ve yöntemleri değişmişti.
Devletin ve onu destekleyen Kapitalist Modernite yapıların ittifak halinde yaptıkları saldırılar ve bastırma girişimleri bu süre içinde bir sonuç vermedi. 29.İsyan olarak kayıtlara geçirilen bu hareket yenilmeden, kendi gelişim evresi bakımından sonlandırılarak başka bir evreye, daha yaygın, bölge ve dünyadaki gelişmeler gözetilerek komplike bir evreye geçti.
Bu açıdan ”Demokratik Toplum ve Barış çağrısı” tam da Kürdistan ve Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler ışığında bakacak olursak, bu çağrının zamanlaması da yerinde olmuştur.
Elbetteki, bu çağrının muhatabı sadece Kürt halkı ve onun evlatları değildir. Devletin yapması gerekenler vardır. Bunlar da çağrı metninde ve görüşmelerde net olarak yer almıştır. Kısaca şu gelişmeler sürecin ilerlemesi ve gerekli demokratk dönüşümlerin toplumsal sahada gerçekleşmesi için gerekli olan ön koşullar Kürt halkı ve Türkiye halkları tarafında beklenilen adımlar olmalıdır:
Silah bırakmanın da içinde olduğu demokratik Toplum sürecinin ilerleyebilmesi için yasal ve hukuki düzenlemeler yerine getirilmelidir. Bunun içinde en önemli konu Sn. Abdulah Öcalan’ın serbest bırakılmasıdır.
Genel demokratik değerler çerçevesinde Kürt halkının ve tüm etnik yapıların kimliik ve dillerin anayasal güvenceye alınmalıdır.
Kayyum politikası terkedilmeli, gazetecilerin ve toplanma ve demokratik hakkını kullanan aydın ve siyasetçiler serbest bırakılmalıdır.
Zindanlarada çoğu cezalarını tamamlamış tutuklular ve dramatık bır acı kaynağı olan hasta tuklular hemen salıverilmelidir.
Son sürecin bir yansıması olarak bir çok insan ya hukusuz yargılamalarla hapsedilmiş ya da yurt dışına kaçmak durumunda kalmışlardır. Uygun yasalar çıkarılıp bu mağduriyetlerin giderilmesi gerekmektedir.
Haksız ve adaletşiz bir kararname ile işinden edilen emekçilerin işlerine iadesi sağlanmalıdır.
Uzun vade de kayıpların akıbetlerinin açığa çıkarılması ve sorumluların yargılanması sağlanmalıdır.
Bunların yapılması durumunda, Barış ve Demokratik Toplumun, çağrısı bütün tedirginliklere, kuşkulara rağmen, gerçeklik kazanır.
Tarihimizde Şeyh Sait, Seyid Rıza ve arkadaşlarının, şu anlarda İran‘da idam gölgesinde yaşayan gençlerin ve toprağa düşen her yiğidin, söylediği sözlerin ve ardında bıraktıkları bakışın, Kürt halkında yarattığı o derin acı ancak o zaman diner, kayıplarımızın yasını o zaman tutmaya başlarız.
1 Mart 2025