MALATYA ÖZ GÜNDEM- Eğitimci, yazar ve siyasetçi kimliğiyle tanınan Hasan Şahin ile edebiyattan siyasete, Van’dan Melet Çayı’na uzanan yaşamını ve yazarlık serüvenini konuştuk.
Eğitimci, yazar ve siyasetçi kimlikleriyle tanıdığımız Hasan Şahin’le yaşamını, edebiyata olan tutkusunu, Van’da geçen yıllarını ve son kitabı “Böyle Akar Melet Çayı”nı konuştuk. Aynı zamanda ödüllü yazar Ebru Ojen’in babası olan Şahin, kişisel tarihinden edebi üretimine, siyasetten mizaha uzanan çok yönlü bir portre sunuyor. Röportajda, yazma eylemini bir direnç biçimi olarak tanımlayan Şahin, “Yazmak, içimdeki suskun çığlıktı” diyor. İşte o samimi söyleşi...
Hasan Hoca’yı öğretmen, yazar ve siyasetçi kimlikleriyle tanıyoruz. Bu çok yönlü kimlikler arasında bir denge kurmak kolay değil. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Hangi değerler sizi bugün olduğunuz kişi haline getirdi?
“Yaşamın gerekliliklerinden pay almak gibi bir merak yapıştı yakama”
- Evet, tanımladığınız gibi biraz ortaya karışık bir insanım. Galiba yaşamın tüm gerekliliklerinden pay almak gibi bir merak yapıştı yakama. Doğduğum, büyüdüğüm ve feodal bir aile yapısından sürekli prangaları zorlamam gerektiğine inandım. Yolu, beli olmayan bir dağ köyünde doğmuştum. Zemheri ve devasa karlar arasında kavuştuğum baharı içime çekmek her şeyi unutturuyordu. O şartlarda kendi kendine okuma yazma öğrenen babam vardı. Çok okurdu ve bana direkt bir örnekti. Okul ve eğitime çok inanan bir insandı. O kadar aceleciydi ki beni beş buçuk yaşımda mezradan alıp köydeki ilk okula kayıt ettirmişti. İşte o okulda ilk dayağı Kürtçe konuştum diye öğretmenimden yemiştim. Türkçe bilmiyordum ve dilim içime susarak Türkçe öğrendi!
Sayın Şahin, çocukluk yıllarınızdan öğretmenliğe uzanan bir yaşam çizginiz var. Bu yolculukta sizi en çok etkileyen anılar, dönüm noktaları nelerdi? Öğrencilik yıllarınızda sizi öğretmenliğe hazırlayan şey neydi?
“İstemediğim öğretmenlik mesleğini kucağımda bulunca iyi bir öğretmen olmaya çalıştım”
- Küçük yaşta başladığım okul serüvenimde fena bir öğrenci değildim. Hiç sınıfta kalmayınca bütün okulları küçük yaşta bitirdim. Öğretmen olmak aklımın ucunda bile geçmezken, eğitim enstitüsünü bitirip öğretmen olmaya hak kazanmıştım ama ben daha fazlasını okumak istiyordum. Derken on iki Eylül darbesi bu hevesimi kırdı ve yirmi yaşında evlendirilmem, kucağımda bulduğum dünya tatlısı kızı bana hediye etti. İşte o kız, şu an edebiyat dünyasında başarılar elde eden yazar Ebru Ojen’dir.
Kısacası artık kendimi çocuklarıma adamam gerektiğine inandım. Edebiyatı ve yazarlığı çok seviyordum. Kendime buradan bir teselli de buldum ve istemediğim öğretmenlik mesleğini kucağımda bulunca iyi bir öğretmen olmaya çalıştım, şimdi bir çok alanda başarılı öğrencilerimi görünce hakını verdiğime inanıyor ve mutlu oluyorum.
Uzun yıllar Van’da yaşadınız ve bu şehirde hem eğitimci hem de toplumsal bir figür olarak iz bıraktınız. Van’a dair unutamadığınız anılar, sizi en çok etkileyen olaylar nelerdir? Bu coğrafyanın sizin hayatınızdaki yeri nedir?
“Van bana müthiş sosyal bir dokunun olanaklarını sundu”
- Van, benim için iyi bir dönüm noktasıydı. Çatak ilçesinin bir dağ köyüne atanmıştım. O zaman yaşım yirmi beş ve iki çocuk babasıydım. Üçüncü ve son çocuğum Van doğumludur.
Öğretmenliği hiç bir zaman dört duvarın arasına sıkıştırmadım. İnsanlarla samimi ilişkiler geliştirerek onların ekonomik yönlerine katkı sunmak için yörenin şartlarını değerlendirdim. Arıcılık bilgim vardı ve bu konuda çevreyi teşvik ettik, şimdi Van arıcılık ve bal konusunda çok iyi bir yerde, o ailelerin ekonomik durumları düzeldi, çocuklarını okuttular ve o çocuklar şimdi çok iyi yerdeler.
Sonra Van, bana müthiş sosyal bir dokunun olanaklarını sundu. Bir yazar için alabildiğine geniş bir alan ve sosyal doku.
İlk kitabınızı ne zaman yazdınız, yazmaya sizi iten duygu neydi? Bugüne kadar yayımladığınız kitapları kronolojik olarak değerlendirirseniz, bu eserler sizin düşünsel ve edebi evriminizi nasıl yansıtıyor?
“Kitaplarımın hepsi elli beş yaşımdan sonra yazdıklarım”
-Yazmaya gençlik yaşlarımda başlamıştım ama onları bir türlü kitap haline getirmemiştim. Anladımki bu işte pişmek gerekiyor ve on beşe yakın kitabım var, hepsi elli beş yaşımdan sonra yazdıklarım, sanırım ancak piştim.
Aslında kendimi mizah yazarlığına daha çok yakın görüyorum. Mizahı çok seviyorum ancak o konuda “ Çürük Memet” hariç başka mizah kitabım yok. Diğerleri Roman ve öykü tarzı. Bu arada iki tane de şiir kitabım var ama şiire çok çalışmadığım için kendimi şair olarak görmüyorum. Çok beğenilen şiirlerim olmasına rağmen, o konuda ukalalık yapmak istemiyorum.
Yani şiiri biraz da bodoslama yazıyorum!
İlk kitabım Xezal romanıdır. Bu roman bir üçlemedir. Devamı Seyran ve Tahirhandır. Yaşanmış bir öyküyü biraz toplum gerçekleri ile örtüştürüp yazdığımdır. Aslında bir “coğrafya kaderi” gibi bir şeydir. Bir kadının yaşadıkları, direnci ve iç dünyasında değiştirmek istediği bir dünyayı anlatır.
Bir yazar yazdığının iyi ya da kötü olduğunu bilmez. Buna okuyucu karar verir ve okurlarım beni daha fazlasına itti; durmak yok, yazmaya devam…
Son kitabınız “Böyle Akar Melet Çayı” okurlarla buluştu. Bu kitap nasıl bir sürecin ürünü oldu? İçeriği, temas ettiği toplumsal ya da bireysel meseleler nelerdir? Okura nasıl bir çağrı yapıyorsunuz?
“Melet Çayı, bakir ve tarihi önemi olan bir sudur”
- Melet çayı doğduğum Asıpınar dağının eteğinde başlar ve güçlenerek köyümüzün dibinde bir yay çizerek sultan suyuna, oradan fırata karışır.
Bakir bir sudur. Etrafında onu kirletecek hiç bir yerleşke ve atık yoktur. Tarihi önemi var ve ismini Urartulardan alır. Sarp kayalıklar ve etrafındaki orman dokusuna gözcülük yapan mağaralar vardır. Kitapta “ eşkiya Kemal’in “ öyküsü geçer.
Ailesine yapılan bir çirkinliğe ve zülme karşı isyan edip dağa çekilmiştir. Bin dokuz yüz onlar da geçen bir olaylar dizisidir ve sonrası Eşkiya Kemal’in kendince aldığı intikamlardır ve Suriye topraklarında son bulan bir yaşam öyküsü!
Okuyucu ulaştığı anda kitaplarımızda yakalarını bırakmayan bir akıcılıkla karşılaşacaklar. ( Ben demiyorum, okuyucu diyor😀)
Kızınız Ebru Ojen de sizin gibi edebiyatla iç içe bir yaşam sürdürüyor. “Lojman” ve “Belgrad Kanonu” gibi eserleriyle dikkat çekti, ödüller aldı. Onun yazarlık serüvenini bir baba ve bir yazar olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Aranızda edebi bir etkileşim var mı?
“Kulağın boynuzu geçtiği yer baba-kız tanımıdır”
- Evet, Ebru Ojen benim gurur kaynağım. Farklı bir tarzla ve adeta sistemi iğdiş ederek yazıyor.
Kitapları romandan çok derin bir felsefe analizi de içeriyor. Düşünüyorsunuz, düşündürüyor ve olmadık yerde bıçağı saplamak gibi bir şey.
Müthiş gurur duyuyorum ve “ kulağın boynuzu geçtiği yer” ikimizin; baba kızın tanımıdır.
. 8 yıldır Öz Gündem web haber sitesi başta olmak üzere birçok mecrada güncel yazılar kaleme alıyorsunuz. Makale yazarlığı ile kitap yazarlığı arasındaki temel farkları nasıl tanımlarsınız? Hangisi size daha fazla kendinizi ifade etme alanı sunuyor?
“Makale ve kitap yazarlığı bir arada daha güzel gidiyor”
- Ebru Ojen; “ yazma konusunda manik patlama yaşadığımı” söylüyor. Tabi eleştiriyorda “ biraz daha özen göstersen Nobel alırsın “ diyor😀
Yani sizin sitenize ve kimi başka sitelere de ara sıra yazıyorum ama kendi sayfamda “Abdala malum olur” başlıklı bir makale köşem var; oraya günlük yazıyorum ve başlıksız bir iki makale daha sıkıştırıyorum, onlar biraz da nükte ve mizah içeriyor.
Kitap ve makale yazarlığı beni çok zorlayan şeyler değil. O nedenle birinden biri değil de, her ikisi bir arada daha güzel gider diye düşünüyorum. Sonuçta kendinizi bir şeye adamışsanız ondan farklılıklar çıkarmak mutlu eder.
.Siyasi kimliğinizle de tanınan birisiniz. HDP’de il eş başkanlığı yaptınız. Hem geçmiş siyasi deneyiminizden hem de bugünkü Türkiye siyasetinden yola çıkarak, demokrasi, barış ve adalet mücadelesine dair neler söylemek istersiniz? Umutlu musunuz?
“Barış ve adalet mücadelemizden asla vazgeçmiyoruz”
-Siyaseti, bu ülkenin yanlış dönen bir çarkı olduğuna ve kanımca kararımca katkı sunmayı bir görev bildiğim için tercih ettim. Çok zor bir kulvarda bazen ne kadar yüksek sesle bağırırsanız bağırın sesiniz duyulur ama doğrularınız duyulmaz. Hiç bir zaman kitle psikolojisinin dayatmacı ve kabullenilmiş biatçı sendromlarına sessiz kalmadım. Hal böyle olunca kimseye de “ hey, ben buradayım”demedim ve bunlar karakterime ters olduğu için, siyaseti hep halk için, kendimi bir yerlere taşımak için yapmadım.
Ancak; şu an gelinen sürece herkes katkı sunmalı. Samimiyetle ve bu ülkede herkese lazım bir demokratik teamül oluşturarak meseleyi iyi okumak gerektiğine inanıyorum. Bu toprakların insanı çok kan kaybetti. Bir arada yaşama kültürünü oluşturmamız lazım. Kimse bundan kaçmamalı, çünkü vebali büyük olur.
Öz Gündem olarak, yıllardır sitemize sunduğu katkılar, kaleminden eksik etmediği hakikat ve dayanışma duygusu için yazarımız Hasan Şahin’e bir kez daha teşekkür ediyoruz. Üretiminin, emeğinin ve sözünün daim olmasını diliyoruz.