HABER MERKEZİ - İsviçreli Senatör Sommaruga, Erdoğan’ın iktidarda kalma arzusunun sürecin önüne geçmemesi gerektiğini belirterek, “Öcalan’ı serbest bırakarak, çözümdeki samimiyetlerinin ilk adımını ortaya koyabilirler" dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın etkileri Kürdistan, Türkiye ve dünyanın birçok yerinde sürüyor. ABD’den Çin’e, Rusya’dan Avrupa ve Arap ülkelerine kadar dünyanın birçok ülkesinden Abdullah Öcalan’ın çağrısına destek geldi.
Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısını, Türkiye’deki siyasi gelişmeleri ve Kürt sorunun demokratik çözümü noktasında uluslararası toplumun sorumluluğunu, Türkiye ve Ortadoğu’yu yakından takip eden İsviçre Devlet Konseyi Üyesi Senatör Carlo Sommaruga Fırat Haber Ajansı’na (ANF) değerlendirmelerde bulundu.
‘ÖNEMLİ BİR ÇAĞRI’
Senatör Carlo Sommaruga, Abdullah Öcalan’ın çağrısına şaşırdığını belirterek, “Bu çağrının, kurumsal krizin nihayet çözülmesi ve Kürt halkının Türkiye’de maruz kaldığı şiddetin sınırlandırılması hatta tamamen ortadan kaldırılması açısından hayati önemdedir. Bu nedenle, bu çağrının son derece önemli bir çağrı olduğunu ve normal şartlarda bir barış süreci, toplumsal entegrasyon ve demokratik kurumların daha sağlıklı işleyişi sürecini tetikleyebileceğini düşünüyorum. Geldiğimiz aşamada hala Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve hükümetinin, Türkiye’ye nihai barışı getirmek amacıyla PKK’nin yanı sıra toplumsal güçlerle de bir süreç başlatmak için bu fırsatı değerlendirmemiş olmasından üzüntü duyuyorum. Türkiye’deki en büyük sorun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidarda kalma konusundaki mutlak isteğidir. Eğer barış süreci ve toplumun huzuru onun iktidarını güçlendirirse, bu süreci destekler. Ama eğer bu durum başka siyasi güçlerin ya da yeni kişiliklerin öne çıkmasına neden olacaksa, o zaman buna her yolla-siyasi yollarla ya da hatta yasa dışı yollarla- karşı çıkar. Bu, Suriye’ye yönelik askeri saldırıların yeniden meydana gelmesi şeklinde olabilir. Dolayısıyla elimizde hiçbir güvence yok. Bu noktada, Türkiye'deki sivil toplumun -yani vatandaşların- mobilizasyonuyla Erdoğan’ı bu gidişatı değiştirmeye zorlayabileceğine inanıyorum. Bu, barış diyaloğunun başlatılması ya da tutuklu bulunan çeşitli siyasi önemli figürlerin, özellikle de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın serbest bırakılması yönünde olabilir” dedi.
‘MÜZAKERELER BAŞLAMALI’
Müzakerelerin başlaması gerektiğini söyleyen Sommaruga, ‘Türkiye’ derken dikkatli olmak gerekiyor. İlk aşamada yapılması gereken şey, kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve -yurt dışında dahi olsa- bir diyalog sürecinin başlatılmasıdır. Henüz müzakereden bile söz etmeden önce, sadece güvene dayalı bir diyalog kurulmalı ve ardından müzakere edebilecek heyetler oluşturulmalıdır. Bunun Türkiye içinde gerçekleşebileceğini sanmıyorum ve bunun resmi bir şekilde yapılabileceğini de düşünmüyorum. Bu nedenle, ilk etapta gayri resmi, gizli ve hızlı bir şekilde temasların kurulması gerekiyor. Elbette bunun için üç taraf gereklidir; Öncelikle bunu yapmaya istekli bir hükümet; ardından PKK veya ona yakın siyasi hareketin yetkilileri ve son olarak bu tür görüşmelere ev sahipliği yapabilecek bir ülke. Bu süreçte belki de doğrudan hükümette görevli kişilerin değil, hükümete veya cumhurbaşkanlığına yakın, arabulucu rolü üstlenebilecek kişilerin yer alması daha uygun olur. Tıpkı geçmişte Filistin için yapılan Cenevre girişiminde olduğu gibi, her iki taraftan da doğrudan görevde olmayan ama iktidara yakın temsilciler vardı ve bu kişiler müzakere sürecini yürütebildiler. Bence başlangıç bu şekilde olmalı” diye belirtti.
‘TÜRKİYE’YE BASKI KURMALI’
Uluslararası güçler tarafından bu süreçte Türkiye’ye baskı yapılması gerektiğini aktaran Sommaruga, “Türkiye’nin geleneksel ortakları, özellikle NATO’daki müttefikleri, Türkiye’yi daha sağduyulu ve iç barışa yönelik bir yola yönlendirmelidir. Bu tür bir gelişmeden tüm bölge kazançlı çıkacaktır. İsviçre’nin Türkiye ile modernize edilmiş bir serbest ticaret anlaşması bulunuyor. Bu anlaşmanın önsözünde, demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve insan haklarının güçlendirilmesine yönelik bir irade olduğu açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla İsviçre, Türkiye’ye böyle bir sürecin başlatılması gerektiğini iletebilir. Aynı zamanda, geçmişte başka bölgelerde yaptığı gibi, görüşmelere ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu ifade edebilir. Hatta istenirse görüşme sürecine eşlik edebilecek nitelikli diplomatlarını da görevlendirebilir. Türkiye’de daha önce de böyle bir süreç yaşandı; yaklaşık on yıl kadar önce, Oslo’da PKK ile hükümet arasında bazı müzakereler başlatılmıştı. Şimdi hem Türkiye vatandaşlarının hem de hükümetin ve kurumların yararına olacak şekilde, benzer bir süreci yeniden başlatmanın zamanı gelmiştir diye düşünüyorum.
‘İSVİÇRE ROL ÜSTLENEBİLİR’
İsviçre’nin barış görüşmelerine ev sahipliği yapabileceğini belirten Sommaruga, “İsviçre’nin iki yönlü bir işlevi var. İlk olarak, görüşmelere katılacak kişileri ağırlamak için altyapı sağlama kapasitesi var. Bu yer, doğal olarak Cenevre Gölü kıyısında olabilir; Cenevre, Lozan ya da Montreux olabilir ama aynı şekilde İsviçre’nin Almanca konuşulan bölgelerinde de olabilir. Örneğin Davos’ta, ancak WEF (Dünya Ekonomik Forumu) döneminde olmamak kaydıyla. Yani İsviçre sakin görüşmeler için çok sayıda uygun mekâna sahip ve bu oldukça önemli.
İkinci olarak, İsviçre, görüşmeleri kolaylaştırabilecek son derece yetkin kişileri de görevlendirebilir. İsviçre, özellikle Kolombiya’daki barış anlaşmasına katkıda bulunan süreçte aktif rol oynamıştı. O görüşmeler Küba’da yapıldı ve İsviçre, Norveç’le birlikte bu anlaşmanın sağlanmasına katkı sunan ülkelerden biriydi” hatırlatmasında bulundu.
MANDELA ÖRNEĞİ
Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün samimiyetin bir göstergesi olacağını kaydeden Sommaruga, “Öcalan’ın serbest bırakılması çok önemli. Mandela’nın serbest bırakılması da barış sürecinin önünü açmıştı. Mandela gibi, Öcalan da Kürt halkı nezdinde geniş çapta tanınan ve kabul gören tarihi bir kişidir. Dolayısıyla onun serbest bırakılması çok güçlü bir mesaj olur. Bunun Türk hükümeti için bir geri adım ya da zayıflık göstergesi olacağını düşünmüyorum. Aksine, Öcalan’ın özgürlüğü, mevcut iktidarın, hem Cumhurbaşkanının hem de hükümetin gücünü ve özgüvenini ortaya koyan bir adım olur. Bu da, barış sürecini yürütecek kadar kendilerine güvendiklerini gösterir. Benzer şekilde Kolombiya’da da gördük. Silahlı ulusal kurtuluş hareketlerine mensup bazı kişiler, cezalarının sonuna gelmeden serbest bırakıldılar. Bu, bir af kapsamında değil; silahlı gruplar ile hükümet arasında arabuluculuk yapabilmeleri, diyalog yolları açabilmeleri içindi. Dolayısıyla Öcalan’ın serbest bırakılması son derece önemli olur. Bireysel düzeyde, Öcalan açısından kişisel bir acının sona ermesi anlamına gelir. Evet, bu adım barış sürecinin başlangıcı olabilir” diye konuştu.
‘AVRUPA’NIN PKK KARARI SİYASİDİR’
Avrupa’nın PKK kararının siyasi olduğunu söyleyen Sommaruga, “Her halükarda bir örgütü ‘terörist’ olarak tanımlamak çoğu zaman siyasidir. Asıl mesele şu; bir örgüt gerçekten terörist mi, yani sivil halka yönelik silahlı saldırılar gerçekleştiriyor mu? Temel ölçüt budur. Eğer gerçekten sivillere yönelik, özellikle de kitlesel saldırılar varsa, o zaman bu bir terör örgütüdür. Ama en şiddetli yöntemlere başvuran hatta savaş suçları ya da insanlığa karşı suçlar işlemiş örgütlerle bile bir noktada diyaloğa açık olunması gerektiğine inanıyorum. Bu tür örgütlere ‘terörist’ damgası vurularak tüm iletişim kanallarının kapatılması doğru değil. Kim olursa olsun, bu tür aktörlerle konuşma imkânı her zaman korunmalıdır. Örneğin İsviçre, Türkiye'deki bazı örgütleri terör örgütü olarak tanımamıştır. Bu durum, İsviçre diplomasisinin gerekirse bir gün hem Türkiye hükümetiyle hem de bu örgütlerle temas kurarak arabuluculuk yapmasına olanak tanıyor. Bu sayede taraflar arasında iletişim kurulabilir ve hukuka ve insan haklarına saygı temelinde çözüm yolları aranabilir” ifadelerini kullandı.
‘DEMOKRATİK OLMAYAN ORTAMDA BARIŞ TARTIŞILAMAZ’
Demokratik olmayan ortamlarda barışın tartışılamayacağını aktaran Sommaruga, “Barış süreci sadece ‘silahları bırakıyoruz, silahlı çatışmayı durduruyoruz’ demek değildir. Barış süreci, bütünsel bir süreçtir. Silahların bir çatışma aracı olarak kullanılmaması gerektiğini kabul etmekle kalmaz, aynı zamanda çatışmanın siyasi düzlemde yürütülmesini, siyasi kurumlara saygı gösterilmesini ve adalet sisteminin muhalefeti bastırmak için araçsallaştırılmamasını da kapsar. Ancak bugün, Türk hükümeti böyle bir barış sürecine girmeye hazır değilse ki bu durum büyük ölçüde Erdoğan’ın iktidarını koruma isteğinden kaynaklanıyor. Bu çok büyük bir sorundur ve gerçek bir barış süreci başlatılamaz. Tek umut halkın kendisindedir. Türkiye’nin dört bir yanındaki yurttaşlar, gösterilerle sivil baskı oluşturarak bu süreci etkileyebilir. Bugün özellikle gençler ve genel olarak halkta büyük bir cesaret görüyorum; Erdoğan’ın baskısına ve polisin şiddetine rağmen sokaklara çıkıyorlar. Ağır hapis cezaları almayı göze alıyorlar. Ama bu halk hareketinin, Erdoğan’ın düşmesine olmasa da en azından demokratik kuralların yeniden işler hale gelmesine yol açabileceği yönünde bir umut var. Aksi takdirde demokratik görünümün arkasına gizlenmiş bir diktatörlükle karşı karşıyayız demektir ve bu da aslında Rusya veya dünyanın diğer bazı ülkelerindeki durumlardan pek farklı sayılmaz” dedi.
‘HALK HAREKETİ BÖYLE BİR GELECEĞE KAPI’
Sommaruga son olarak şunları kaydetti: “Türkiye’de bugün demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları için sokaklara çıkan yurttaşlara olan hayranlığımı ifade etmek isterim. Onlara dayanışma mesajımı iletmek ve yalnız olmadıklarını söylemek istiyorum. Burada İsviçre’de de, hem parlamentoda hem günlük yaşamda, demokratik ve dayanışmacı güçler var. Ve umuyorum ki Türkiye’deki demokratlar -ister Kürt olsun ister Türk- amaçlarına ulaşır ve bir gün gerçekten demokratik bir ülkede, herkesin barış içinde yaşayabileceği; farklılıklara, dinlere, yaşam tarzlarına ve kültürlere saygı gösterilen bir ülkede yaşama şansına sahip olurlar. Bence bu, Türkiye için en iyisi olurdu. Ve içtenlikle diliyorum ki Türkiye’deki bu büyük halk hareketi böyle bir geleceğe kapı açabilsin.”