Yazar Fetih Doğan Koç'un bugünkü köşe yazısında, 'Süriye, Sednaya Zindanı ve Ğada Romanı' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

SÜRİYE, SEDNAYA ZİNDANI VE ĞADA ROMANI / Fetih Doğan Koç

Değerli Öz Gündem okurları size bu yazımda önemli bir kitaptan söz edecem. Kitap roman olarak yazılsa da Süriye ve Orta doğu açısından tarihi bir roman olarak görüyorum. Günümüz de dünyanın gündemine giren ve her kesin konuştuğu Süriye Sednaya cezaevi ve vahşetini yıllar önce Kasım Koç yazdğı ĞADA isimli roman kitabında detaylarıyla edebiyat dilinden tüm gerçekleri yalın olarak yazılarak anlatılmış.

1000053639

1987’de Şam’ın kuzeyindeki bir tepede inşa edilen cezaevi, siyasi mahkûmları barındıran askeri bir cezaeviydi ve hükümetin sivil muhalefete karşı ana silahı olan acımasız bir sistemin en kötü şöhretli yeriydi. Uluslararası Af Örgütü Sednaya’yı bir “insan mezbahası” olarak tanımlamıştı.

Mahkumları temsil eden bir grup tarafından hazırlanan rapora göre, yüzlerce gardiyan ve asker tarafından korunuyordu ve etrafı mayın tarlalarıyla çevriliydi. Dİktatör Esad rejmin çökmesiyle ABD ve İsrail’e bağlı gerici Cihatçı grupların Şamı ele geçirmeleriyle Sednaya zindanları dünya’ya çöken emperyalist ve egemen sınıfıları Sednaya hapishanesi sanki ilk defa duymuşlar gibi medya ve basın da günlerce gündem de tuttular. Oysa bu hapishane ve bu hapishanede yaşanan insanlık dışı vahşeti Birleşmiş Milletler başta olmak üzere her kesim tarafından biliniyordu. Yazar Kasım Koç yıllar önce yazdığı “ĞADA – 2 Sednaya Zindanı” romanında bu hapishanede yaşanan insanlık dışı işkencelere dikkat çekmişti. Ondan dolayı Ortadoğu ve Süreiye’yi anlatan tarihi bir roman olarak altını çiziyorum.

Kitabın içerliğine dair biraz ipuçları ve şifreleri aktarayım;

SANCI yayınlarından çıkan ĞADA romanı elleri ve yürekleriyle çıplak bir mücadeleye girişenlerin hazin öykülerini anlatmaktadır. İdeolojik görüşleri çerçevesinde teorik ve pratik hedeflerine ulaşmak için ülke dışına çıkan bir grup devrimcinin başından geçenleri, örgü örer gibi sergilemektedir.

Her şey 1972 Nisan ayında başlamıştı. Romana konu olan gerçek öyküde Nisan güneşin bir parçası olarak Ortadoğu’nun karanlık zindanlara düşerek gün yüzüne çıkıyor. Dolaysıyla, romana konu olan siyasal figüranlarda bunun bir parçalarıdır. Hudutlarda, diyar diyar gezerek yeni bir dünyanın yeşermesi için su taşıyanların gerçek öyküsüdür. Çöl ortasında bin bir emekle karanlığa kızıl adımlarla iz düşürerek umudu büyütüp Munzurların zirvelerine çıkmayı hedeflerken Suriye’nin faşist rejimi tarafından tutsak düşmekteler. İşte ĞADA 1 ve ĞADA 2 Suriye zindanlarında yaşanan vahşeti konu alıyor.

Yazar Kasım Koç Ortadoğu’nun kum çölünü kaplayan yıldızlardan süzdürerek okuyucuyla ĞADA -1 ve ĞADA – 2’nin birinci baskısı El yayınlarından çıkarak okurlarıyla buluşturdu. ĞADA 2. Baskısı SANCI yayınlarından çıktı. İki cild olarak yayımlanan roman Suriye’nin zindanlarındaki tutsakların durumunu ele alıyor. Romana konu olan Kaypakkaya geleneğin temsil eden devrimcilerin Essad rejimi tarafından alınan tutsakların öyküsüdür. Yani ĞADA-1 ve ĞADA-2 olarak ele alınmış bir roman serisidir. Zindanların genel durumunu ve tutsakların yaşam öyküsü ile direnişin ve zulmün, heyecan ve hayretler uyandıran akıcı bir dille ustaca aktarmış. Okumaya değer bir roman.

Ğada, sıradan bir roman değil. Yaşanan, gerçek bir hikayedir. Suriye’de yaşanan bu gerçek hikayeyi, yazar derin bir felsefeyle romanlaştırmış.

Ğada; her yazarın, edebiyatçının, siyasetçinin, politikacının, öğrenci gençliğin ve Orta Doğu üzerinde inceleme yapan ve çalışma yürüten her kesimin mutlaka okuması ve arşivinde bulunması gereken bir eserdir.

Ğada; yıllardır Orta Doğu “uzmanlarının” bizlere sunduğu klasik, klişe bilgi sınırlarını da parçalıyor. Onların cesaret edip söyleyemedikleri, hatta BAAS rejimi ve Esad diktatörlüğüne dokunmadan, sorunu sadece militarizmle sınırlı tutanların teorisini de cesaretle parçalıyor. Başta Suriye ve genelde Orta Doğu’nun gerçekliğini, kör kuyunun karanlık dibinden alıyor gün yüzüne çıkarıyor.

Ğada romanı; bir dönem dünyanın illegal ,silahlı mücadele veren devrimci, komünist örgüt ve partilerin mesken eyledikleri Suriye ve Filistin Bekası’nın “gizli, cazibeli sırrını” da ortaya koyuyor. Okuyucuyu “ Ortadoğu’nun kalbinde insanlık dışı, vahşet dolu eylemler oluyormuş da haberimiz yokmuş” dedirtircesine hayrete düşürüyor.

Ğada; Suriye’deki ezilen yoksul Arap halkların ve Kürt halkının da gerçekliği üzerinde yazılan yalan senaryoları da teşhir ediyor. Esad faşizmini; Suriye’de yaşayan halklara yaşatılan devasa yoksullukların, zulüm, katliam gibi bütün acıların, sürgünlerin arka planını, ilintili, akıcı bir dille ortaya koyuyor. Yazar, bunu ziyadesiyle başarmış.

Jandarması, istihbaratı, iş birlikçileri, aşiretleri, paşası, kadını, çocuğu, erkeği; yanmış yıkılmış, insansız evleri, Kürt köyleri, silah tüccarları, silah peşinde koşan korumasız devrimcileri, cezaevlerinde biçare, aç insanların, kurtuluşun, kaçıp göçmekte olduğunu hikâye boyunca düşleyen insanların, sınırların ardındaki sırra ortak olmanın umudunu yaşayanların, taşıyanların romanıdır “ĞADA”.

Romandaki kahramanlarda yeryüzünün güzelleşmesi için ezilenler adına canları pahasına her türlü zulmü göğüsleyerek, hiç tereddüt etmeden, yılgınlığa düşmeden karanlığın üstüne yürümekteler.

Romandaki kahramanlar hayal ürünü değil, gerçekliğiyle her biri ayrı bir karakter. Hepsinin de ortak paydası çölün ortasında, çölün dibinde karanlığa gömülü ışığı alıp ezilenlere sunmaktır. Mığto ve Neco ise tam bir DON KİŞOT tiplemesini anımsatmaktalar.

Ğada hikayesi, peygamberler diyarı olan Şam’da başlıyor. Yazar Şam’ın tarihsel cazibesini de edebiyat diliyle okuyucuya tüm gerçekliğiyle sunuyor:

ĞADA romanı Suriye zindanlarını anlatıyor. 12 Eylül 1980 döneminde Türkiye Kuzey Kürdistan zindanlarında yaşanan vahşetin katmer katmer Suriye Sednaye Zindanlarında yaşamaktadır. Yazar yaşananları yalın ve akıcı bir dille aktarmakta. ĞADA’yı okurken insan yüreğine tutunarak düşünmekte. “Vahşetin vahşeti varmış” denilmeden kitabı bırakamasın. Tüm vahşete, işkencelere rağmen siyasal duruş ve polemiklerin de olmazsa olmaz bir gerçeklik olarak karşımızda çıkmakta kitapta.

“Koğuşa gelen askerlerin her biri birer çöl canavarı gibi sadece saldırıyorlardı. Onların bu durumunu gören, bunu düşünen Ebu Bayram derinden titriyor, korkuyordu. Ebo Bayram’ı korkutan, onun ayaklarını titremesine neden olan aşağıdaki hücrelerdi. Oraya inmek aklına geldikçe titriyordu. Sabri Cefo, “Sen nasıl bir temsilcisin?” dedi Ebo Bayram’a. Ebo Bayram, “Vır vır etme! Bu işin ucunda falaka var, fareli hücreler var, var da var. Var olanı var, yok olanı da var.” (Ğada)

Zulmün, baskının, yasakların ve her türlü vahşetin olduğu yerde, yaşamın ve yaşamanın tadı ve zevki, mizahı ve siyasal tartışma, çekişme, radikal tavır alma ve devrimci duruşlar daha anlamlı kılınıyor. ĞADA romanı aynı zamanda da devrimci duruşun bir romanıdır.

“Kendisine sosyalist diyen, B bölümüne geldiği günden bu yana devrimcileri karalayan Mahmut’un komüne katılmayacağını söylemesi Yurtsever tutsaklarını iyice üzdü. Kahvaltısını, öğle ve akşam yemeklerini ayrı yemeye başladı. Bu durumdan kaynaklı sosyal ilişkilerde zamanla kimse konuşmamaya başladı.” “Hazırlanan seminerlerin içeriği ne olursa olsun koğuşlarda gece gündüz tek bir tartışma konusu vardı; Kürdistan yurtseverler ve Kaypakkaya geleneğini temsil eden komunistlerin tartışması. Komunistlerle Yurtseverlerin tartışmasını en çok kızıştırmaya neden olan Sarı Hüseyindi.” (Ğada)

“Arap baharı” tanımıyla başlayan, Suriye’de on beş yıldır dünya gündemini oluşturan “iç savaş” ve dış müdahaleyle gündemini sürdüren Şam iktidar yanlılarına ve karşıtlarına da buyurun burdan yakın diyor adeta.

Ğada romanını okurken; Düşlerinizde bir çizgi oluşuyor dün ve bugün arasında, hatta yarına uzayıp giden, yılları yıllara bağlayan bir çizgi… Yazar bu çizgi üstünde ustaca ve cesaretle yürümüş. “Bilgi paylaşımdır. Paylaşılmayan bilgi, bilgi olmaktan çıkar” dedirtircesine okuyucuyu Ğada 1 ve 2 eseriyle buluşturuyor.

Ortadoğuyu, Süriye’yi ve Sednaya zindanları merak edenlere ve edebiyat sevenlere ĞADA romanını mutlaka okumalarını tafsiye ederim.